24 Kasım 2011 Perşembe

Neş'eli Ol ki Genç Kalasın! - Bir Öğle Tatili Yazısı



Ofiste yanlızım, vergi dairesinden gelecekleri için apartmandan çıkamıyorum, dışardan yemek söyledim, camdan dökülen yapraklarıyla koca ceviz ağacını seyredip çalışıyorum, Müjgan da yanda kaloriferin üstüne kıvrılmış uyuyor. Plaza gençliğini kıskandırmak gibi olmasın ama böylesi hakikaten ilham verici. Mutlaka bundan da sıkılınır, yani insanoğlu herşeyden sıkılma potansiyeline sahip, ama şimdilik o noktaya gelmedim!

İnsanın eşiyle aynı ofiste çalışmasının nasıl birşey olduğunu soran arkadaşlar oluyor. Öncelikle, ikimiz için de kolay değil. En azından değişik. Birbirimizin çok farklı yanlarını gördüğümüz kesin - evlilik bambaşka bir boyuta taşınıyor diyebilirim. Ama öğreniyoruz...daha da öğreneceğiz.

İş güç konusunda ise uçlarda yaşıyorum. Bir taraftan danışmanlık şirketi kuruluşu ve free lance işler, diğer taraftan ise çocuklara yönelik yapacağım projelerin hazırlıkları. Tabii herşey çok hızlı ilerlemiyor, bir sürü engel ve sorun çıkıyor filan, ama bunlar da hayatın getirdikleri işte...bunu da öğreniyorum...

Bütün bu yeni hayat faaliyetlerinin ve aslen hayatın tepesinde ise her zamanki gibi küçük adam oturuyor. Kuduruk adam desem daha doğru aslında...ya da zaman zaman "dıcıt adam". Beni her saniye şaşırtabilen, kafamı, ruhumu, bedenimi, her bir hücremi daha fazla çalıştırmama yol açan baş kahraman. Bazen söyledikleri ya da yaptıkları karşısında sözsüz kalıveriyorum. Bazen de daha 3 yaşında bile olmayan bu küçük arkadaşa sanki 33 yaşındaymış gibi davranıyorum, sonra bir sözüyle kendime geliveriyorum! Mesela geçen gece uyku öncesi sohbetlerimizden birinde şöyle bir diyalog geçti aramızda:

- Deniz'cim, sen her zaman annenin babanın sözünü dinle, tamam mı?
- Tamam annecim.
- İlerde okula gidince öğretmeninin sözünü de dinle, olur mu?
- Olur annecim.
Sonra bu aşamada, ya garip bir öğretmene denk düşerse de, inançlarına, bilgilerine ters birşeyler öğrenmeye zorlanırsa diye bir kuruntu düştü içime. N'apalım anneyim işte, evet, yarı deliyim! Onun üzerine:
- Ama Deniz'cim, mesela okulda öğretmenin evde öğrendiğinin tersi birşey söyleyecek olursa, güzel güzel, "öğretmenim, onu öyle yapmasak da şöyle yapsak olur mu" diyebilirsin.
- Tamam annecim. "Öğretmenim canım benim" şarkısı da söylerim ona.
- :)))!!!!?????

O an ayıldım ben ne yapıyorum diye! Boyundan, yaşından, aklından büyük şeyler istiyorum bazen ben bu çocuktan...annemden miras galiba bana bu huy. Kimi zaman olumlu tepki de alınca, bu sefer kendimi kaybediyorum galiba. Halbuki o daha küçücük. Bebekten hallice. Bunu hiç unutmamam lazım...

İşte böyle sevgili Diario, bir BirandaMert ofis öğle tatilinde hissettiklerim bunlar.

Yeni hislerde görüşmek üzere,
1anda

17 Kasım 2011 Perşembe

Geçti geçiyor geçecek...

Ne çok şey oluyor bu yeni hayatta!

Koskoca bayram geçti, bir sürü iş görüşmesi, vs geçti, bir kitap fuarı ve bir sürü kitap geçti, bir doktor kontrolü ve tahliller geçti, bir araba bir ofis geçti, bir konaklamalı nişan geçti, arkadaşlar, aileler, çocuklar, büyükler, müzikler, şarkılar, filmler geçti...ve aslında sadece 2 hafta geçti!!!

12-13 yaşlarındayken bir kompozisyon yazmıştım İtalyanca dersinde. Konusu "Il Tempo" - "zaman"dı. Yazdıklarıma kendim de şaşırmıştım; zamanın ne kadar göreceli olduğunu düşünmüştüm o yazıyı yazarken. Yaşadığımız olayların zamanın hızını bize nasıl da farklı algılattığını ayrımsamıştım. Çocuk aklımla güzel şeyler yaşarken zamanın daha hızlı aktığını, bir bekleyiş, bir heyecan içinde olduğumuzda ise bir türlü akmadığını filan düşünmüştüm. Büyüdükçe, bu tespitlerimin kısmen doğru, kısmen ise eksik olduğunu farkettim. Güzel şeyler yaşarken de yavaş geçebiliyor zaman. Önemli olan dolu dolu, doya doya, sindire sindire yaşayabilmek. İlkelerinle yaşayabilmek. Boşa yaşamayabilmek.

Şu anda öyle bir ruh hali içersindeyim ki, binlerce fersah derinlere de dalabilirim, sadece gözlerimi kapatıp yüzeyde dalgaları da dinleyebilirim. Galiba ikisini de yapacağım. Bir dalıp çıkacağım.

10 Kasım 2011 Perşembe

Yeni Hayat

Şimdi ben kurumsal hayatta devam ediyor olsaydım bugün tatil yapacaktım. Ama insanın kendi işini, kendi zamanını yönetmesi çok farklıymış:)! Bugünü tatil etmedik biz...

Yeni hayata başladığımdan beri her gün ha yazdım ha yazacağım, bir türlü fırsat olmuyor. Belki ilk gün hevesleri, belki pek bir hazır olduğumdan, bir yoğunluk hakim ki sormayın. Gerçi daha sadece 1 hafta geçirdim yeni iş düzenimde ama, yine de neyle karşı karşıya olduğumun habercisi oldu bu ilk hafta.

İşin çok güzel yanları var. Bir kere sabah oğluşla kahvaltı yapabilmek hem bana hem ona çok iyi geliyor. Zekiyem sağolsun yine normal saatinde geliyor, öyle olunca iş birazcık daha rahatlıyor (tabii Deniz arada anne de yanında olduğu için sapıtıyor ama, bir şekilde idare ediyoruz). Sonra ben hazırlanıyorum ve babayla birlikte aşağıya ofise iniyoruz. Merak edenler için; ev hanımlığı yapmıyorum:). İlk günden itibaren buna özellikle dikkat ettik - ben sadece ofis değiştirdim Deniz'in gözünde... Ofisin adı da "babanın ofisi"nden "annebaba ofisi"ne terfi etti.

Bir başka güzellik, ben çalışırken küçük adamın kapıyı çalması...ya da bahçeden çiçek toplayıp bana camdan uzatması...Benim burada olduğumu bilmek - ya da en azından dışarda toplantılara gitsem bile buraya döneceğimi bilmek - ona güven veriyor sanırım. Tabii bana da.

Dün Ayça'nın Oyun Terapisi ile  ilgili yazısını okurken düşündüm: gerçekten de ben ve baba neysek, ne olmak istiyorsak, Deniz de o. Ya da tersi; Deniz'in ne olmasını istiyorsak önce bizim de o olmamız gerekiyor. Ancak böyle huzurlu ve mutlu olabiliyoruz.

Kendi işini yapmanın zorlukları da yok değil elbet. Bankaydı, vergi dairesiydi, satınalmaydı, herşeyle kendin ilgileniyorsun...bu da türlü ilginç olaylara yol açıyor tabii. Daha bilmediğim bir sürü şey de çıkacak, heyecanla bekliyorum!

Yeni hayatta daha çok yazarım diye umuyorum, anlatacak çok şey var. Ama önce bu yazıyı bir yayınlayayım...blogspot'ta bi acayiplikler var, bi Gospel bilmemne sayfasına yönleniyor benim adres, önce bir onu çözeyim!!!

Öperim,
1anda