22 Ağustos 2014 Cuma

"Heyecanlıyım...daha...yolun başındayım!"- ya da bir okula başlama hikayesi

Caro Diario (*),
ben bu aralar çok heyecanlıyım. Deniz ilkokula başlıyor ve okulların açılmasına şunun şurasında 15 gün kaldı. Ailecek enerjimizin her boyutunda - zihinsel, sosyal, ruhsal, fiziksel - zorlandığımızı (hani İngilizce'deki "challenge" manasında zorlanma) hissediyoruz. Adrenalinimiz tavan!

Şimdi diario'cum, beni biliyorsun, 1. sınıf konusunda tecrübem kısıtlı. Sarin'cim annecim acelesi olduğundan mıdır nedir ben 3,5 yaşındayken topladı paketledi konuyu. Sonra tabii okula başlama yaşım geldiğinde (6,5), 1. sınıf müfredatı çoktan hatmedilmişti bizim evde. Aldı mı bizimkileri bir telaş. Fenerbahçe civarındaki çeşitli ilkokullar (misal bir Nurettin Teksan, bir Kalamış, bir Zühtüpaşa) nuh diyor da peygamber demiyor, çocuk illa da 1. sınıfa kaydolacak, en azından bir dönem okuyacak diye tutturuyor. Ben müfredatın ötesinde bir de gayet iri yarı bir "küçükhanım" modeliyim, zaten annesi gibi bakıyorum o minnaklara afedersin. Öyle böyle derken, 1978 yılı için oldukça yenilikçi bir hareketle beni devlet okuluna değil, Kızıltoprak Kolej sokaktaki "Özel Kadıköy Kız Lisesi İlkokulu" şeklinde karizmatik bir adı olan özel okulun 2. sınıfına kaydettiriyorlar. Kayıt da öyle hemen olmuyor, rahmetli müdürümüz Kasım Aytekin sözlü-yazılı sınava alıyor beni. Hayat Bilgisi, Matematik, ne isterseniz var sınavda. Bende bir ukalalık, mesela çarpım tablosu soruyor, bir üstünü de söyleyeyim diyorum filan, bir hava sorma gitsin. Neyse sonunda kani oluyorlar ki bu çocuk 2. sınıfı rahatlıkla okur (elyazısı melyazısı da yok o vakit, sadece bi "güzel yazı defteri" var, öğretmenin aklına gelirse yazı yazıyoruz), yapıyorlar benim kaydı.

Okul çantasıydı, formaydı, çalışma masasıydı, kitaplıktı derken müthiş bir heyecanla hazırlanıyorum okula. Akademik olarak derdim yok ya, hemen alışacağım bu yeni hayata. Bir allahın kulunu tanımıyorum gittiğim okulda, bu arkadaşların çoğu 1.sınıfı zaten birlikte okumuş, öğretmeni tanıyorlar, benim konuyla uzaktan yakından alakam yok, bir nevi "homeschooling" ürünüyüm, ama olsun, ailemin (ve her ne hikmetse kendimin) bana güveni tam! Aa, ama Sarin'in yine hakkını yemeyeyim, o yaz düdük kadar halimle İtalyan Kız Orta'nın yaz kampına yollamış beni 1 hafta...yani 1 hafta boyunca 11 yaş grubu 30 kızla ve öğretmenlerle kah ağlayarak, kah gülerek annesiz-babasız kalmışım gece gündüz. Neyse işte tek okulumsu deneyimim o. Ama o kadar.

Sonra okulun ilk günü gelip çatıyor. Okula babam götürüyor beni. Okulun bahçesi kalabalık, hem de öyle şimdiki gibi oryantasyon günleriydi, okula alışmaydı, aman minikler ezilmesindi filan olmadığından, ilk-orta-lise cümbür cemaat aynı bahçedeyiz (bahçe büyük ve yeşildi neyse ki de birbirimizin üstüne çıkmıyorduk ama yine de törende herkes vardı işte).  Bir avantaj, ben 2. sınıf olduğum için "en küçük" hissetmiyorum kendimi, oysa yaşça "en küçüğüm". Neyse, hemen giriyorum sıraya. Yanımda güleryüzlü, candan bir kız...(bu yazıyı okuyorsan, Elgin'cim hatırlarsın ilk karşılaşmamızı!). Hemen arkadaş oluyoruz. Babama el sallıyorum, gülüyorum. Sanki çok mutluyum, hep bu günü bekliyorum. El ele gidiyoruz sınıfımıza. Öğretmenimiz -yine rahmetli - İrfan Çınar dünya tatlısı bir adam. Çok rahatlatıyor beni. Neyse ki o sene başka bir özel okuldan bizimkine transfer olan bir grup arkadaş da var da, ben tek "yeni çocuk" değilim. Oturuyoruz masalarımıza (sıra yok bizim okulda, her daim küme çalışması modeli oturuyoruz). Herkes kendini tanıtıyor, yaz tatilini anlatıyor filan. Ben de gevezenin önde gideni olduğum için anlatıyorum tabii ama heyecandan da bayılıyorum kendi içimde.

Aradan zaman geçiyor, öğle yemeği saati geliyor. Sıra oluyoruz, bahçeyi geçip yemekhaneye gideceğiz. İşte o anda benim mide başlıyor hareketlenmeye. Öyle oluyor o sıralar, ne zaman heyecanlansam midem ağzıma geliyor. Sıradayken öğretmene "öğretmenim afedersiniz, ben şu kenarda bi kusup gelicem" diyorum ve evet, sıradan 2 saniye çıkıp, kenara kusup, sıraya geri dönüyorum. Evet, iğrenç bir detay ama çocukluk halim ya, etkilenmezsin diye düşündüm Diario'cum. Öğretmen, arkadaşlarım şok oluyor tabii. Ben gayet rahat, şen şakrak yemeğimi yiyorum ve günü bitiriyorum. Akşam da yine şen şakrak, bir sonraki günü iple çekerek yatıyorum. Ama her sabah bulanmaya başlıyor midem, karnım da ağrıyor. Annem anlıyor durumu...bu iş tamamen psikolojik. Demiyorum ki "annecim, babacım, ben okula gittiğim için çok heyecanlıyım, biraz da korkuyorum", onun yerine vücudum veriyor sinyali. Ve annem, yine bence 1978'e göre oldukça yenilikçi bir kararla, beni piyanoya başlatıyor. Evde zaten kendi piyanosu var, hemen bir öğretmen buluyoruz, haftada bir geliyor. Ve ben her sabah, ne zaman midem bulanmaya başlasa, piyanonun başına oturup 5 dakikada kendimi tedavi ediyorum... Okula alıştıktan sonra bile, lisenin bitişine kadar, evden çıkmadan önce piyanonun başına geçme rutinim sürüp gidiyor.

İşte benim "heyecanlıyım, daha yolun başındayım" hikayem böyle. Bakalım bizim evdeki cücede nelerle karşılaşacağız, neler yaşayacağız. Sonuçta herkesin geçtiği bir evre bu, er ya da geç bir üst aşamaya taşınacağız. Dilerim hepimiz bir sonraki aşamada neler olacağını hesaplayıp biçmek yerine, yaşadığımız anın tadını doyasıya çıkarırız.

Hepimize kolay gelsin.

1anda

Okulun 1. günü. Ben, Elgin, Bekir.



(*) İt. "sevgili günlük". Aynı zamanda, Nanni Moretti'nin pek sevdiğim filminin adı.